Yeryüzü sanatı: Fata Morgana

-
Aa
+
a
a
a

Alper Aydın’la Ordu’da geniş bir alana yayılan, farklı üretim pratikleriyle oluşturduğu ilk kişisel sergisi Fata Morgana’yı konuşuyoruz. 

Yeryüzü sanatı: Fata Morgana
 

Yeryüzü sanatı: Fata Morgana

podcast servisi: iTunes / RSS

 

Nazlı Zaman: Alper Aydın'la 20 Haziran'da açılan ve kapanış tarihi 10 Eylül'e kadar uzatılan ilk kişisel sergisi Fata Morgana’yı konuşmak üzere beraberiz. Hoş geldin Alper!

Alper Aydın: Merhaba, hoş buldum. 

N.Z.: Fata Morgana merkez dışı bir sergi ve senin kişisel tarihin için önemli bir yer olan Ordu'da yer alıyor. Yason Burnu, Taşbaşı Sanat Alanı, Sülü Burnu gibi farklı alanlara konumlanıyor ama bütün bu detaylar hakkında konuşmadan önce şunu sormak isterim: “Fata Morgana” ne demek ve bu serginin bağlamında nerede yer alıyor?

A.A.: Fata Morgana, en çok denizde nadiren de karalarda görülen bir coğrafya olayı. Güneş ışınlarının güçlü bir biçimde denizin üzerine vurmasıyla ufuk çizgisi öne geliyor ve ufukta görünen karalar, adalar, tekneler, nesneler uçuyormuş gibi gözüküyor. Köken olarak çok eski zamanlara uzanan bir hikâyesi var. Latince'de fata ışık demek. Morgana da Kral Arthur'un kız kardeşinin adı. Zamanında Kral Arthur'la kız kardeşi yönettikleri krallıkta gerçek olmayan olayları gerçekmiş gibi anlatıp toplumu manipüle ettikleri için bu olaya fata morgana etkisi denmiş. Bu sebeple de kavram günümüze kadar gelmiş. Bu coğrafyada da zaman zaman bu durumla karşılaşırız. Ayrıca sergi ekoloji temasına dayanıyor ve sergide de gerçek olayların ötesinde başka gerçekliklerin olduğunu görüyoruz. Bu sebeple de serginin isminin Fata Morgana olmasını tercih ettim.

N.Z.: Fata Morgana farklı alanlara konumlanıyor. Ve sergiyi üç ayrı alanda incelemek gerekiyor. Bunu da biraz anlatabilir misin?

A.A.: Bu sergi kendi içinde tema olarak -senin de ifade ettiğin üzere- üçe ayrılıyor; dünyanın yolculuğu, insanlığın yolculuğu ve gelecekte gerçekleşmesi muhtemel yolculuklar. İzleyicinin de Ordu'ya gelmek için kat ettiği yolla birlikte dördüncü bir temaya ekleniyor. Bu temalar bağlamında sergiyi algılayarak ve içselleştirerek geziyoruz.

N.Z: Bu senin ilk kişisel sergin ve bir küratörü yok. Ancak biz sergiyi gezerken bu serginin duo bir sergi olduğunu söylemiştin. Neden?

A.A.: Her şeyden önce bu sergi doğayla yapılmış bir birliktelikten yola çıkıyor. Bu sebeple sergide yer alan diğer ana karakter doğa olarak karşımızda duruyor. Aynı zamanda serginin kurulduğu arazide boşluklar var. Hem jeolojik hem de tarihi özelliği olan boşluklar bunlar. Yapılan çalışmaların da bu boşluklardan ve arkeolojik alanlardan yola çıkılarak uygulanması sebebiyle doğayla bir birliktelik olarak görüyorum bunu. Bir beyaz küpün içerisinde, bir galeride ya da bir müzede küratör bunu yönlendirir. Bu alanda boşlukları biz değerlendiriyoruz ve kararı da büyük oranda doğa veriyor.  Bu sebeple de serginin küratörsüz ama duo bir sergi olduğunu söyleyebilirim.

 

N.Z.: Sergiyi yakın zamanda ziyaret ettim ve biz geldiğimizde “Hayatın Kaynağı’’ eseri artık yoktu. Ve sanırım bu da doğanın kararıydı.

A.A.:  Evet. Bu çalışma aslında çok eski zamanlarda yapılmış bir resimden yola çıkıyor: Hieronymus Bosch'un Dünyevi Zevkler Bahçesiisimli çalışmasından… Resmin orjinali şu anda Madrid’de Prado Müzesi'nde bulunuyor. 1490 – 1500’lü yıllar arasında ressam bu resmi yapıyor ve resimde dünya, cennet ve cehennemi görüyoruz. Üç ayrı parçadan oluşan bu resme baktığımızda tam ortasında doğadan referansla büyük bir çeşme heykeliyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu heykel o resimde yalnızca iki boyutluydu ve yüzeyde gerçekleştirilmiş bir çalışmaydı. Çeşmenin o resimde bulunduğu boşluk burada bulunan gölümsü bir yapıya çok benziyordu. Bu sebeple yıllardır aklımda olan bir projeydi aslında bu. 

Sonra ben bu sergiyle birlikte bu çalışmayı yapmak için harekete geçtim. CultureCIVIC'in desteğiyle gerçek olan bir eser oldu. Biz yıllardır fırtınaların ve sellerin etkisiyle sahile vuran plastikleri topladık bu eseri yapabilmek için. Topladığımız plastikleri makinelerde parçalayıp, öğütüp, heykelin bir parçası olması için depoladık. Heykelin her bir parçasını tıpkı Rönesans’ta heykeltıraşların yaptığı gibi kilden ve çamurdan tek tek modelleyip alçıyla kalıplaştırdık. Kalıpların içinde plastik ve reçineyi de karıştırdık ve heykeli oluşturduk. Resmin orjinalinde pembe olan bu heykeli biz de orjinaline sadık kalarak pembeye boyadık. Seçtiğimiz alanın riskli bir alan olduğunu biliyorduk, bu alanda heykel zaman zaman denizden gelen dalgaların arasında kalıyordu. 20 Haziran’da yaptığımız açılışın ardında üç kez fırtınayla karşılaştı ve bir şey olmadı. Sadece hafif bir eğim olmuştu, bu arada 7 metrelik bir heykelden bahsediyoruz. Üç fırtınaya dayanan bu heykel maalesef dördüncü fırtınaya dayanamadı, dalgalar çok yüksekti. Dalgalardan bir tanesi heykeli tamamen parçaladı ve denizin içinde kaybolmasına neden oldu.

N.Z.: Peki heykeli çıkarmak için bir müdahalede bulunacak mısınız yoksa denizin içinde kalacak mı bu heykel?

A.A.: Açıkçası biraz araştırdığımızda denizin dibinde farklı farklı lokasyonlarda heykelin parçalarını gördük. Küçük küçük parçalarını da ben toplayıp atölyeme getirdim ama çok ağır olduğu için heykelin çıkarılabilmesi için profesyonel bir dalgıç ekibi gerekiyor. Zaten malzemesi denizden gelen bir heykeldi ve bu noktada da denize tekrardan geri dönmüş oldu. Belki de artık orada denizin dibinde durması gereken parçalardır onlar diye düşünüyorum. Yani şu an için alana müdahalede bulunmuyoruz.

N.Z.: Keşfedilmesi gereken yeni bir alan bu durumda. Peki bütün sergiyi bir land-art olarak değerlendirebilir miyiz? 

A.A.: Ben çok uzun zamandır land- art ifadesini kullanmıyorum. Çünkü land- art yalnızca belli bir sanat akımını ifade ediyor. Yeryüzüne yapılan her türlü müdahaleyi ele alan bir ibare olarak yeryüzü sanatı demeyi tercih ediyorum. Bununla birlikte tüm sergiyi yalnızca bir yeryüzü sanatı olarak ifade edemeyiz. Çünkü bu sergide yalnızca araziye yönelik çalışmalar yok. Arazi çalışmalarının haricinde iki tane de kapalı mekân var. Kapalı mekânlarda da o alana özel enstalasyonlar, çizimler ve heykeller var. Bu sebeple farklı pratiklerden oluşmuş bir sergi olarak ifade etmek çok daha doğru olacaktır.

N.Z.: Serginin Ordu’da, merkez dışında oluşunu ve geniş bir araziye yayıldığını düşünecek olursak, hem Ordu’nun içindeki yerel izleyicisini hem de dışarıdan gelen ziyaretçiyi nereye konumluyorsun? 

A.A.:  Bu sergi her şeyden önce bir yolculuk sergisi. Serginin içindeki çalışmalar da o yolculuğu anlatıyor. Örneğin serginin başında olan bazı işlerin süreç içinde silindiğini görüyoruz. Bu bağlamda aslında izleyici de bütün bu süreci öncesinde ve sonrasında algılayan bir karakter olarak bizim karşımızda duruyor. Hatta durmakla da kalmıyor, buna şahit olan ve bizzat bunu yaşayan bir karakter olarak bunun bir parçası oluyor. Çünkü sergiyi görmek için insanlar Ordu'nun farkl ilçelerinden, farklı illerden, İstanbul'dan, Ankara'dan ve hatta yurtdışında geliyor. Aslında benim tam olarak amacım da buydu. Yaklaşık 12-13 yıldır bu coğrafyada, bu çalışmaları gerçekleştiriyordum ama izleyici yalnızca profesyonel sergi mekânlarında bu çalışmaların görselleri ve videolarıyla karşı karşıya kalıyorlardı. İlk elden sergiyi deneyimlemeleri benim için çok kıymetliydi. Çalışmanın kendisiyle, atmosferle, doğayla, denizle, onların bir parçası olarak o çalışmaları izlemeleri benim için çok değerliydi. Bu sebeple gerçek anlamda izleyicinin çalışmanın şahidi hatta bizzat içinde bir karakter olmasını istedim. Ve insanları bu yolculuğa çıkarmaya çalıştım. Tabii eğer izleyici de isterse bu yolculuk gerçek oluyor.

N.Z.: Sergiyi ziyaret etmek için belli aralıklarla düzenlenen turlar var. Sergi geniş bir alana yayıldığı için bireysel ziyaret edildiğinde rotayı takip etmek zor olabilir mi? Nasıl bir yönlendirme yapıyorsunuz?

A.A.: Her şeyden önce bütün sergi mekanlarında sergiyle ilgili detaylı bilgi veren el rehberleri ve panolar var. Bu el rehberleri ve panolardan hem İngilizce hem Türkçe olarak sergiyle ilgili bütün bilgileri öğrenmek mümkün. Bununla birlikte o rehberler ve panolarda da QR kodlar var. Bu kodlardan serginin web sitesinden bütün detaylı bilgilere, haritasına, çalışmalarla ilgili açıklamalara, görsellere, mekânlarla ilgili bilgiye ulaşmak mümkün. Bununla da birlikte aynı zamanda ben haftanın dörtgünü çalışmaları gerçekleştiren kişi olarak sergi turu yapıyorum ve bizzat çalışmaları izleyicilere anlatıyorum.

N.Z.: Şu ana kadar aldığın çok ilginç bir tepki, bir geri dönüş oldu mu? 

A.A.: Açıkçası Yason’u daha önce deneyimlemiş birçok insan bu çalışmaların burada olduğunu gördüklerinde şaşkınlığa uğradılar. Çünkü bu sergi aslında klasik bir resim ya da heykel sergisi değil, araziyle diyalog kuran bir sergi. Fakat biraz da kavramsal bir sergi. Bu sebeple o bilgiler olmaksızın, sergiyi okumak biraz zor olabiliyor. Farklı niyetlerle bu sergideki bazı işlerin oralara yerleştirildiğini düşünen yerel karakterler de oldu ama biz onlara detaylı olarak bilgi verdik ve gerçek anlamda sergiyi onlarla paylaştık.

N.Z.:Sergide beni bireysel olarak etkileyen çalışmalardan biri de Yason Kilisesi’nin içinde yer alan ve ekolojik dengeyi anlatan eserdi. O çalışmayı bize biraz anlatabilir misin?

A.A.: Tabii, o çalışmanın ismi Post-Apokaliptik Anlatı. Post Apokaliptik kelimesi yaşanan bir felaket ve kıyametten sonra deneyimlenen zaman dilimine deniliyor.  Bu kavram genellikle sinema sektöründe çok karşımıza çıkıyor. Ordu’da üç yıl önce büyük bir felaketi oldu. Bu felaketin asıl vurduğu yer Kastamonu’ydu. Kastamonu’da derelerin, nehirlerin yükselmesiyle su kenarında yer alan depolar, ağaçlık alanlar, hayvanların yaşam alanları nehirle birlikte denize geldiler. 

Kastamonu buradan 420 kilometre uzaklıkta ve bir sabah uyandığımızda şu an sergi alanının bulunduğu yerde yüzlerce ağaç gövdesi ve tomruklarıyla karşılaştık. Öncelikle köklerinden sıkı sıkıya toprağa bağlı olan bir formun bu şekilde 420  kilometrelik bir yolculuğa çıkması beni şaşkına çevirdi. Aynı zamanda bu sel insanoğlunun etkisiyle, yanlış yapılaşma ve yanlış şehirleşme yüzünden gerçekleşen bir sel. Ben, bizim doğaya olan etkimizin ne olduğunu ilk elden bu olayla görmüş oldum ve Yason Kilisesi’nin içinde bulunan çalışmalarda da bu durumu ele almak istedim. 

Yaklaşık iki ayrı parçadan oluşan bir çalışma Post-Apokaliptik Anlatı. Yason Kilisesi'nin içine girdiğimizde yan yatmış bir ağaç gövdesinin üzerinde dengede durmaya çalışan bir erkek figür görüyoruz. Onun hemen karşısında da dişi bir kurt figürü var ve bunlar ağacın üzerinde karşılıklı bir biçimde dengede durmaya çalışıyorlar. Hangisi öne veya arkaya gitse sanki o denge bozulacakmış ve iki form da, iki karakter de yere düşecekmiş gibi görünüyor. İnsanın doğaya, doğanın da insanın yaşamına olan etkisini anlatan bir çalışma olarak karşımızda duruyor bu iş. 

Onun hemen karşısında Yason burnunun kubbesinin altında ise dik bir ağacın üzerinde sekiz metrelik bir yılan heykeliyle karşı karşıya kalıyoruz. Ağacın kendisi de heykelden. Teknik olarak iki çalışma da sekiz aylık bir süreçte kilden tek tek modellenerek gerçekleştirilip sonra fiber dökümle yapıldılar. Bu çalışma ise insanın doğaya olan etkisiyle birlikte doğada yaşayan o hayvanların ne hale getirildiğini ifade eden bir çalışma. Çünkü yılanın geldiği yer yok, ağacın kökleri ve toprağı yok. Yılanın gideceği bir yer yok. Çünkü ağacın artık dalları da yok. Kubbenin altında boşlukta asılı duran bir heykel bu ama bu heykelin üzerinde beyaz bir yılan olmasının da bir sebebi var. Yason'un çevresinde çok fazla dağ var. Bu dağların zirvesinden eski insanlar Yason'a baktıklarında deniz dalgasız olduğu zaman beyaz kalın kalın bir kayaç damarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Bu jeolojik damara büyük beyaz yılan diyorlar. O yüzden Yason'un çevresinde büyük beyaz bir yılan uyur diyorlar. Ben bu çalışmayla hem bu ekolojik dengeyi anlatmak hem de insanların zihnindeki Yason imgesini gerçekleştirmek, sembolü gerçek anlamda sergi mekânın içerisinde oluşturmak istedim.

N.Z.: Çok teşekkür ederim bu aktarım için. 30 Ağustos – 3 Eylül arasında, serginin son günlerine yaklaşırken söyleşilerin ve performansların yer aldığı bir festival var. Biraz da bundan bahsedebilir misin?

 A.A.: Bu festivali biz 30 Ağustos – 3 Eylül arasında yapacaktık ama süreç içinde günlere dağıtmaya karar verdik. Öncelikle 25 Ağustos'ta iki ayrı performans sanatçısı Yason Burnu'nda sergiden yola çıkan iki ayrı gösteri gerçekleştirdiler. Bugün, gün batımında bir konser gerçekleşecek. Cumartesi günü de bir yoga etkinliği olacak. Sonrasında da Yason tarihi üzerine bir konuşma gerçekleşecek. Böyleye gelen kişileri yalnızca bir sergi deneyimi yaşamalarını değil, aynı zamanda buranın bütün dinamiklerini yaşayıp ele almak üzere serginin bir parçası hâline gelmelerini istedik. Bu sebeple bu etkinlikleri organize ettik. Umarım gelen kişiler bu etkinliklerden memnun kalırlar.

N.Z.: Çok teşekkür ederim Alper. 10 Eylül'e kadar Ordu'ya gelmek için hepimizin çok iyi bir sebebi var.

 A.A.: Ben teşekkür ederim davetiniz için. İyi günler diliyorum, hoşçakalın.